سایت تابع قوانین جاری کشور می باشد و در صورت درخواست مطلبی حذف خواهد شد سایت تابع قوانین جاری کشور می باشد و در صورت درخواست مطلبی حذف خواهد شد
Aile Dergisi

“Türkiye’de erkek her alanda kollanıyor”

Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu Cinsiyet Eşitsizliği 2017 Raporu’na göre, 144 ülke içinde 131’inci sırada yer alıyor. Ülkedeki cinsiyet eşitsizliğinin yanı sıra devlet kurumları tarafından kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ve cinsel taciz olaylarının istatistiklerinin bulunmayışı birçok kadın hakları savunucusu tarafından eleştiriliyor.

880x495_cmsv2_7cb303fb-f1e0-5f09-9557-e0f7962c5018-3144036

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Türkiye’de 2009 yılından bu yana düzenli olarak kadın hakları davalarını takip ediyor. Platformun yayınladığı bir rapora göre, 2017’de erkekler tarafından 409 kadının öldürülmesinin yanı sıra 332 kadın cinsel şiddete maruz kaldı.

Diğer yandan, dünya çapında sosyal medyada #MeToo etiketleriyle kadınlar uğradıkları cinsel taciz ve tecavüz olaylarını kamuoyuna duyurduktan sonra toplumsal cinsiyet eşitliği konusu gündemde önemli bir yere oturdu.

Türkiye’de de son zamanlarda kadına yönelik şiddet, tecavüz ve istismar vakalarına karşı mücadele etmek için kadın hakları dernekleri ve aktivistleri toplumdaki farkındalığı artırmaya çalışıyor. Euronews Türkçe ekibi olarak bu nedenle, kadın hakları savunucusu ve gazeteci Melis Alphan’la Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu, #MeToo hareketinin Türkiye’de neden çok ses getirmediğini ve cinsiyet eşitsizliğinin önüne nasıl geçilebileceğini konuştuk.

Yazılarınızda özellikle Türkiye’de erkek egemen toplumun yarattığı sorunlar ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konuları yer alıyor. Sizce, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önüne nasıl geçilebilir?

Tabii ki öncelikle devletin politikalarıyla bunun önüne geçilebilir. Türkiye’deki kadın örgütleri hali hazırda bunun çözüm yollarını öneriyor. Mesela okullara toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri konulabilir. Bu bilinç ne kadar erken verilirse o kadar iyidir. Çünkü toplumu dönüştürmek gerekiyor, dolayısıyla devlet politikaları bu anlamda önemli.

Siyasetçilerin söylemleri de çok önemli. Maalesef siyasetçilerin pek çok cinsiyetçi söylemine tanık olabiliyoruz. Ayrıca eşitlik sözcüğünü inatla kullanmadıklarını, kadın ve erkeğin fiziksel farklılıkları öne çıkarılarak tarafların eşitsizliğinin ‘rasyonalize’ edildiğini görüyoruz. Dolayısıyla siyasetçiler söylemlerine çok dikkat etmeli. Ayrıca muhtarlarla temaslar kuruluyor, bu konuda da onlarla birlikte bir çalışma yapılabilir mesela.

Bunların dışında, komisyonlarda ve tüm kademelerde kadınlar daha fazla yer almalı. Devlet ve özel sektördeki maaşlardaki eşitsizlikler giderilmeli. Ayrıca medyanın dili de çok önemli olduğu için medya çalışanları da eğitilmeli.

“Aile Bakanlığı nedir? Kadınların Bakanlığı olmalıdır!”, Melis Alphan
Türkiye’de Aile Bakanlığı gibi bir kurumda, kadın ailenin bir parçası yapılınca aile dışında bir kadın olmuyor. Kadın sadece aile içinde var olursa hakları var yani… En basitinden kadınların Aile Bakanlığı dışında bir bakanlığının olması gerekir.

Son yıllarda kadının evden çalışmasına yönelik atılan adımlar kadını ne yazık ki eve hapsediyor. Aksine, kadınların dışarıda iş hayatına katılımını artırmaya dair kotaların geliştirilmesi gerekiyor.

Dünyanın birçok yerinde sosyal medyada başlatılan #MeToo etiketiyle kadınlar maruz kaldıkları tecavüz ve cinsel istismar olaylarını kamuoyuna açıkladılar. Peki sizce #MeToo hareketi neden Türkiye’de bir yankı bulamadı?

Çünkü Türkiye’de bir kadın #MeToo dediği zaman etiketlenen, damgalanan yine o kadın oluyor. Bizde hiçbir zaman meselenin kendisi konuşulmuyor. Her zaman kişiler konuşuluyor ve olay magazinleşiyor. Bu konuda bir farkındalık yaratmak yerine o kişi yıpratılıyor. Bu da aslında eril düzenden kaynaklanan bir şey. Yani Türkiye’de bir kadın #MeToo dediğinde suç yine o kadının oluyor.

Türkiye’de bir kadın tecavüze uğradığında kıyafeti, duruşu ve hareketi yüzünden yine kadın suçlu bulunuyor. Bu durum çocuk istismarlarında bile görülüyor.

Türkiye’de toplumda, yargıda ve devlette erkek sürekli kollandığı için buna cesaret gösterebilecek kadınlar bile bu topa girmemiş olabilir diye düşünüyorum.

Yine yazılarınıza baktığımızda ‘erkek terörü’ olarak nitelendirdiğiniz ataerkil şiddet, tecavüz ve cinsel istismar temalarını sıkça işlediğinizi görüyoruz. Gelişmiş ülkelere nazaran sizce neden Türkiye’de daha fazla kadın cinayetleri, çocuk istismarı ve tecavüz vakalarına rastlanıyor? Ayrıca neden hukuki ve siyasi anlamda bunların engellenmesi için çalışmalar yapılmıyor ya da yapılamıyor?

Ben genelde yargıdaki aksaklıkları yazıyorum. Yargıdaki cezasızlık konusu çok önemli. Aslında ben, “hukuk tamamen hayatı düzenler” tezine inanmıyorum. Türkiye’deki hukukçular da bu toplumdan çıkıyor. Kişi istediği kadar hukukçu olsun o da bu eril zihniyete sahip, ki hukukçu bir kadın da olabilir. Yani sadece erkeklerden bahsetmiyorum, oradaki eril zihniyetten bahsediyorum. Ataerkil yapıdan kaynaklanan erkeği kollama durumu siyasette ve toplumda olduğu gibi burada da geçerli.

Gelişmiş ülkelerde ise bu durum aşıldı. Tabii ki de oralarda toplumsal cinsiyet eşitliği mutlak anlamda var, hiçbir şekilde çocuk istismarı ya da kadına tecavüz yok demiyoruz. Ama arada çok ciddi bir oransal fark var.

“Cezaların artırılmasına gerek yok, cezalar uygulansın yeter” Melis Alphan
“Türkiye’de cezaları artıralım” deniliyor. Bence cezaları artırmaya hiç gerek yok. Baktığımızda cezalar zaten yerli yerinde. Mesele bu cezaların uygulanmaması. Şimdi indirim diye gördüğünüz, mesela mahkemeye kravat taktı da gitti gibi şeyler aslında bir bahane oradaki hakim için. Yani erkek her şekilde kollandığından mutlaka kadın bir şey yapmıştır da hani o yüzden bu olmuştur düşüncesi hakim.

Cezasızlık söz konusu olduğunda da şu oluyor; karısını öldüren erkek 5 yıl cezaevinde yatıp çıktığından ya da başka bir erkek hiç ceza almadığından dolayı bu durum diğerleri için cesaretlendirici oluyor.

Bunun yanı sıra Türkiye’de yaşam tarzına müdahaleler geçtiğimiz yıllarda çok arttı. Mesela otobüsteki bir kadınının giydiği kıyafet sebebiyle tekmelenmesi ve sonrasında erkeğin ceza almadan serbest bırakılması diğerleri için örnek bir davranış olabiliyor.

Peki sizce bu ‘cezasızlık’ durumu, yani bu davranışların hukuk çerçevesinde cezaya tabi tutulmasına karşın ceza uygulanmaması, hep böyle mi ola geldi? Yoksa son zamanlarda bir artış mı oldu? Ya da biz medyada mı bu tarz vakaları daha çok görür olduk? Değişen ne sizce?

Ben artış olduğunu düşünüyorum, zaten rakamlar da bunu gösteriyor. Ama gerçek rakamları hiçbir zaman bilemiyoruz çünkü veri yok. Türkiye’de her anlamda veri sıkıntısı var, veriler paylaşılmıyor. Gerçek rakamları öğrenemiyoruz. Özellikle aile içi istismar gibi durumlardan haberimiz olamıyor. Çünkü bunlar dört duvar arasından çıkmıyor. Bunları dile getirdiğimizde ise kabahatli oluyoruz. “Kol kırılsın yen içinde kalsın, bunları hiç konuşmayalım ve bu düzen böyle yürüsün” gibi bir durum var.

Mesela çocuk tecavüzleri yaşanıyor ama biz devlet yetkililerinden olayla ilgili bir yorum duyamıyoruz. Cinsel istismarda bulunan öğretmenler görevden alınmıyor, onun yerine başka bir yere atanıyor. Halbuki bu kişilerin meslek hayatının bitmesi lazım bence.

Kadınların hikayeleri anlatılırken, sürekli kadının mağdur ya da kurban olarak yansıtıldığını görüyoruz. Sizce kadına damgalanmış bu mağdur/kurban söyleminden toplumsal olarak nasıl çıkabiliriz?

Bu söylem medyanın oluşturduğu dilin bir ürünü. Her zaman bu tip şeylerde dili medya yaratır. Dolayısıyla bu anlamda medyanın kendine çeki düzen vermesi gerekir.

Haberlerde hep kadının fotoğrafı basılır. Erkeğin fotoğrafı, yani suçlunun fotoğrafı basılmaz. Daha önce de bahsettiğim üzere, hakimler gibi medya çalışanları da bu toplumdan çıkıyor. Dolayısıyla bu zihniyetin değişmesi gerek ve aynı zamanda medyanın dilinin de değişmesi gerek. Tabii bu konuda bence bir gelişme var. Bu da kadın mücadelesi ve kadın gazetecilerin etkisiyle oldu.

Peki sizce toplumsal cinsiyet eşitliği alanında ilerleme de mi kadın mücadelesi ile gerçekleşebilecek?

Bana sorarsanız kadın mücadelesi bu ülkedeki en başarılı hak mücadelesi. Ama toplumda bir dönüşüm yaratılabilmesi için devletin, siyasi partilerin ve sivil toplumun birlikte çalışması gerekir.

Peki son olarak, Türkiye’de tecavüz ve istismar durumlarında kadının ya da çocuğun suçluyla evlendirilmesi gibi, toplumun belli kesimlerinin de tepkisini çeken öneriler sunuldu. Ya da suçlular söylediğiniz gibi takım elbise giydikleri için iyi hal indirimiyle ya da hiç ceza almadan bu durumdan kurtulabildiler. Ayrıca ‘eril zihniyeti aşamıyoruz’ dediniz. Tam da bu anlamda eril zihniyeti aşabilmek için, sizce ne gibi siyasi ve hukuksal adımlar atılmalı? Ne gibi çözümler önerebilirsiniz?

Çözüm şu: Hükümetin kadın örgütleriyle beraber çalışması ve onları dinlemesi gerekiyor. Mesela boşanmaları engellemek için bir komisyon kuruldu. Orada, yanlış hatırlamıyorsam, Boşanmış Babalar Derneği’nden erkekler dinlendi. Avukat ve aynı zamanda kadın hakları savunucusu Hülya Gülbahar oradan kovulmaya çalışıldı.

Bu noktaya geldiyseniz ve mecliste halkı temsil ediyorsanız eğer, toplumu ileri götürmek için işi bilenlere danışmalısınız. Bu kişiler zaten sürekli raporlar hazırlıyor, çözüm önerileri sunuyor. Bu hizmeti vermeye çoktan hazırlar.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu