سایت تابع قوانین جاری کشور می باشد و در صورت درخواست مطلبی حذف خواهد شد سایت تابع قوانین جاری کشور می باشد و در صورت درخواست مطلبی حذف خواهد شد
turkce

“Evliliğimiz bu yüzyılda nasıl gidebilirse öyle gidiyor!”

Atiye dizisi ile ekranlara geri dönen Beren Saat Hürriyet Gazetesi’nden Hakan Gence ile dizi ve özel hayatı hakkında samimi açıklamalarda bulundu.

Son olarak Netflix’teki Atiye dizisiyle seyirciyle buluşan oyuncu Beren Saat, Hürriyet’e yaptığı açıklamalarda, “Ülkenin muhafazakâr bir duruşu olabilir, mantıklı bir yol da pekâlâ bulunabilir. Zaten herkes erişmek istediği şeye erişiyor. Bunu yalan söyleyerek ya da doğrudan yapmak arasında ülkenin ideolojik bir seçim yapması gerek” dedi.

Netflix’in ikinci Türk dizisi ‘Atiye’ cuma günü yayınlandı. Dizinin başrollerinden Beren Saat, Hürriyet gazetesinden Hakan Gence’ye verdiği röportajda yeni dizisine, hayatına, ülkeye ve sosyal medyaya dair açıklamalarda bulundu. Saat röportajının bir kısmı şu şekilde:

Neden izole oldunuz?
Sokaklarda terör varken, hepimizin kendini dışarıdaki hayattan geri çektiği bir dönem oldu. İnsanlar daha çok evlerde toplanıp eğlenmeye başladı; daha çok okur, izler, fikir ve proje üretir hale geldi. Ünlülüğün de dayattığı bu izole olma halini sevdim. Kendi kendime ne kadar çok şey öğrenebildiğimi görünce kendimle kalmayı seçtim. İleride daha fazla paylaşacağım bazı yaratım süreçlerine girmeye başladım.

Mesela ne gibi?
Yoga yapmaya başladım, meditasyonla hayatım değişti. Evrenle barışık, akışla uyum içinde olmanın yolunun meditasyon olduğuna uyandım. Kenan’la (Doğulu) sekizinci senemiz. İster istemez hayatımda müzikal bir tavır oluşmaya, bana da şarkılar gelmeye başladı. O stüdyoda çalışırken, arkasında sabahladığım gecelerden kullandığı müzik programına aşinaydım. İlk acemi demomu yapıp kafamda dönen melodiyi dinletebilince üzerine çalışmaya başladık. İlk şarkı epeyce şekillendi. Müzikal bir habitatta olmanın değerini bilip, ufak ufak enstrümanları gıdıklayıp, Kenan’a çıraklık edip hayatımın geri kalanı için öncekinden farklı hayaller kuruyorum.

‘Atiye’ size nasıl geldi?
Güzel bir nefes alma, oksijene erişim alanı oldu. “Bundan sonra ne yapacağım”, “Sektörün geldiği bu koşullarda kendimi nasıl ifade edeceğim” diye düşünürken çok fazla köşeye sıkıştığım zamanlar olmuştu. ‘Atiye’ tam bu noktada bana güzel bir yol arkadaşı oldu.

Sizi bu kadar cezbeden iş ne anlatıyor?


‘Atiye’ İstanbullu bir ressam, sanatıyla ilişkisi biraz farklı ve cesur. Çocukluğundan beri ne olduğunu tanımlayamadığı bir sembolü çiziyor. Bu sembol onun ressam olmasının da sebebi. Göbeklitepe’de sergisiyle eşzamanlı bir keşif yaşanıyor. Kazılarda çekilen fotoğraflarda hayatını adadığı sembolü görüyor. Sembol için Şanlıurfa’ya çıktığı yol, onu hem ‘kolektif bilinç’ cevabına hem de henüz farkında olmadığı şamanik güçlerini keşfetmeye ulaştırıyor.

Dizinin fonunda sanat ve arkeoloji büyük yer tutuyor. Önceden arkeolojiye ilginiz var mıydı?
Özel bir ilgim yoktu, tam da ‘Atiye’ gibi. Bu açıdan çok fazla ön hazırlık da yapmadım, ‘Atiye’nin yaşadıklarına paralel bir şeyleri deneyimlemek istedim.

Göbeklitepe’de çekimleriniz oldu. Daha önce gitmiş miydiniz?
Hayır. Çekim için gittiğimizde önce ufak bir fırtına, sonra harika bir günbatımı yaşadık. Göbeklitepe bizi, olağanüstü bir renk skalasıyla karşıladı.

Göbeklitepe kalıntıları bize dünya tarihi hakkında fikir veriyor. Peki bundan binlerce yıl sonra, bir kazıda bugünün Türkiye’sine ulaşsalar… Sizce arkeologlar bizi nasıl yorumlar?
Bütün toprağı neden betonla örttüğümüzü anlamaya çalışırlardı ve ‘Anadolu’nun Beton Dönemi’ olarak tanımlarlardı sanırım.

‘Atiye’, dijital için yaptığınız ilk iş. Dijitalin getirdiği özgürlük alanını nasıl anlatırsınız?
Olması gerektiği gibi, çok da ekstra bir şey yok.

Nasıl yani?
Bizde sansür, olması gerekeni kısıtlamış durumda. “A bu sahnede cinsel bir içerik var mı?”, “Öpüşüyorlar mı?”, “Bunu böyle yazarsak ne olur?” gibi korkular yaşamadan, olması gerektiği yerden hikâyeleri çekebiliyoruz. Yoksa “Biz özgürüz” diyerek çok ekstrem şeyler yaşanmıyor.
Peki dijitalin de denetim altına girecek olması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Tabii ki birtakım önlemler alınabilir. Ama bu tip bir denetim, doğal afetle mücadele etmeye çalışmak gibi…

Neden?
Türkiye’de sansür konusunda epey grotesk inatlaşmalar yaşandı. Twitter’ın kapatılmasının gündeme gelmesi, Wikipedia’ya ulaşılamıyor olması… Ama insanlar, gençler bastırıldıkça birtakım başka ‘VPN’ adresleriyle bağlanmaya devam etti. Ve böyle kararlar ülke adına sadece utanç kararları olmaya başladı. Ülkenin muhafazakâr bir duruşu olabilir, mantıklı bir yol da pekâlâ bulunabilir.

Yazlık bir mekânda eğlenirken farkında olmadan çekilen videonuz bir anda bütün sosyal medya sitelerine düşüyor. İyi yorumlar kadar kötüleri de yapılıyor. Sosyal medya terörünü yaşayan biri olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şimdi yine iyi zamanlar… İnsanların birbirine nefret dolu olduğu, hakaret etme cüretinde bulunduğu çok sert zamanlardan geçtik. Ötekinden nefret etmek, toplanıp bir kişinin üzerine saldırmak yani dijital anlamda trollemek… Ve bu ülkenin tonu oldu. Sonra onun sokaklardaki çatışma halini görünce galiba durumun vahameti anlaşıldı. Artık ülkenin liderlerinin biraz daha yapıcı bir tavra geçmesiyle o yaraları biraz tedavi ettik.

Ama “Ünlülük bir hapishane” diye de bir lafınız var…
Bir noktadan sonra bunaltıcı bir dönemi oluyor. Ana akım kendi ikonlaştıracağı kişileri seçiyor. Ne kadar “Ben bunun uzağında, bağımsız duracağım” deseniz de sizin tercih hakkınız olmuyor. Bu sebeple önüne çıkanı yaşıyor, hayatını ona göre forma sokuyorsun. Gidebildiğin yerler kısıtlanıyor, seninle ortak paydası olan insanlarla başka dostlukların oluyor.

Mesleğe başlarken ünlü olmak ne kadar önceliğinizdi?
Hiç. Benim hayalim beyazperdede olmaktı. Çocukken de kendi kendime hep bir drama atölyesi halinde, okuduğum çocuk romanlarını oynuyormuşum. Aslında insan hayattaki yönünü, yaratılıştan gelen reflekslerle buluyor.

Hiç pişman oldunuz mu?
“Buraya kadarmış, ben artık yapamayacağım” noktasına geldiğim günlerde bile asla bu mesleği seçtiğime pişman olmadım. Hep bu işin en karanlık günü bugünse iyi ki bu mesleği yapıyor ve bunu yaşıyorum diye düşündüm.
ERKEKLER ERGENLİĞİNİ AŞAMADIĞI SÜRECE KADINLARIN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY YOK

Neredeyse her gün bir kadın şiddeti ve taciz haberine uyanıyoruz…
Bunlar sansürlemek ve cinselliğe fazla takılmakla nefret kültürünün birleştiği yer. Güçlünün güçsüze her şeyi yapabileceğini kendine hak görmesi. Ve bu cinayetleri işleyen insanların kendi çevrelerinde bir kahramanlıkla kutsandıklarını düşünüyorum. Bu sebeple konuşulan her seferde birilerini biraz daha yüreklendirmeye başladığımızı düşünüyorum. Çünkü başka hiçbir türlü bugünün sohbet konusunda olamayacak bir erkek, sadece birine zarar verdiği için şu an konuşuluyor.
Çözüm ne olabilir o halde?
Bu artık şahsi çabalarımızı çok çok aşan bir durum. Kısa vadede çözüm ancak devlet otoritesi olabilir. Kısaca tüm vatandaşlarına eşit mesafede olmalılar. Son yıllarda televizyon ekranlarında da sinemada da çoğunlukla edilgen bir Türk kadını figürü tercih ediliyor ama mesela ‘Atiye’ bu anlamda ezberimizi bozacak bir hikâye. Umarım onun uyanışı pek çok kadına ilham verir.


Eğer ‘Beren Saat’ isen erkek egemen o dünyaya 1-0 önde mi başlarsın?

Türkiye’de hiçbir kadın, hiçbir şeye 1-0 önde başlayamaz. Her zaman kadın olmak daha zor. Bütün sektörlerde kadın arkadaşlarım her zaman erkeklerden daha fazla çalışmak, çarpışmak zorunda. Hiçbir meslektaşımın sette müthiş bir cinsiyet eşitliği yaşadığını zannetmiyorum. Erkekler ergenliğini aşamadığı sürece kadınların yapabileceği bir şey yok. Dünyanın birçok yerinde de bunlar yaşanıyor. Asıl sorun erkek meselesini ne yapacağımız.

Ne yapacağız?

İş, “Göster oğlum amcalara” ile başlıyor. Sünnet dediğimiz şey bir ‘ben’ aldırmak kadar basit bir operasyonken üzerine bir düğün organize ediyorsunuz. O çocuğun ve bütün sosyal çevresinin, bedeninin bir organına yüklediği anlam bir anda değişiyor. Sonra bu organını bir güç unsuru olarak görüyor, kadın ona razı olmadı diye öldürebilecek kadar ona anlam yüklüyor.

Haluk Bilginer “Bu dünya erkeklerden arındırılmalı. Yok edelim demiyorum ama erkek iktidarını yok edelim” demişti. Katılıyor musunuz?

İşte erkek egemen toplum, halimiz ortada. Erkek egemen ve olmadı. Beceremediler. Şimdi bunu biraz değiştirmek lazım.

Evliliğiniz nasıl gidiyor?
Her evlilik gibi. Bu yüzyılda nasıl gidebilirse öyle.

Son beş yılda yaşadığınız içe dönüş, aşka bakışınızda neler değiştirdi?
Aslında aşkın tanımının bu yüzyılda değişmesi gerekiyor.

Nasıl?
Biz analog ile dijital arasında sıkışmış bir nesiliz. Aynı şekilde yeni neslin yaşadığı aşk formuyla, çocukluğumuzda bize Disney filmlerinin öğrettiği romantizm arasında da sıkışmış vaziyetteyiz. Yani aşk bir şekilde biçim değiştiriyor.

Nereye evriliyor?

Tam olarak n’olacak bilmiyorum ama evlilikler kısa sürüyor. Öte yandan sosyal medya yüzünden ilişkiler bitemiyor. Eskiden insanlar birbirini görmeyince unutur, hayatına devam ederdi. Şimdi görmemek mümkün değil, o yüzden eski ilişkiler yeniden alevleniyor ama artık sadakat beklentisi olmayan bir hal alıyor. Özgür bir birey olmak, çift olmaktan daha popüler hale geldi. Bütün bu faktörler ‘sonsuza kadar mutlu yaşadılar’ konseptine inanması mümkün olmayan yeni nesiller yaratacak tabii ki.

Evlendiğinize hiç pişman oldunuz mu?
Hayır, hiç pişman olmadım, biz çok güzel bir aşk yaşadık. Anlamını, önemini şu an yaşadığımız süreçte daha çok fark ediyorum. İlişkimiz başka bir forma evrildi. Artık başka tartışmalarımız, başka zihni ortaklıklarımız var.

 Peki bütün bu konuştuklarımızdan sonra bu dünyaya çocuk getirmek ister misiniz?
Anneliği yaşamak isterim. Konuya dünya koşullarından uzaklaşarak bakarsak; eğitimi ne olacak, nerede yaşamalı, illa benim genimden mi olmalı gibi sorular var. Bir sürü çocuk annesiz, babasız sokakta; Suriyeli çocuklarımızın yardıma ihtiyacı var. Bu yüzden biraz daha yukarıya çıkıp duruma oradan bakmaya çalışıyorum.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu